John Newson ve Elizabeth Newson, oyun ve oyuncak ayrımını şöyle belirtmektedirler: “Oyun, öncedir ve oyuncak, oyunun ardından gelir (Newson ve Newson’dan aktaran İnal, 2005, s. 253). Bu durum, oyunun herhangi bir oyun aracına ihtiyaç duymadan gerçekleşebileceğini açıklamaktadır. Gelişmiş toplumlarda, çocuğun korunması üzerine ortaya konulan düşünceler üzerine 1959 tarihli BM Çocuk Hakları Bildirgesi’nde yer alan 7. ilkede şöyle denilmektedir:
“Çocuk, eğitim ile aynı amaçlarla yönlendirilmesi gereken oyun ve eğlence için tam bir fırsata sahip olacaktır; toplum ve kamu makamları bu hakkın kullanımının teşvik edilmesine gayret göstereceklerdir”.
İnsanın en temel fizyolojik ihtiyaçları arasında bulunan yeme, içme ve barınma gibi hakların yanında oyun da, bu haklar arasında en temel hakları arasında sayılmaktadır. Bu ifade ayrıca oyunun eğitimde kullanılması için de önemli bir atıftır.
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ise (1989), 31. maddesinde çocuklara oynama ve yaşına uygun eğlencelere katılma hakkını açıkça tanımaktadır:
– Taraf Devletler çocuğun dinlenme, boş zaman değerlendirme, oynama ve yaşına uygun eğlence (etkinliklerinde) bulunma ve kültürel ve sanatsal yaşama serbestçe katılma hakkını tanırlar.
– Taraf Devletler, çocuğun kültürel ve sanatsal yaşama tam olarak katılma hakkını saygı duyarak tanırlar ve özendirirler ve çocuklar için, boş zamanı değerlendirmeye, dinlenmeye, sanata ve kültüre ilişkin (etkinlikler) konusunda uygun ve eşit fırsatların sağlanmasını teşvik ederler. (Convention on the Rights of the Child, t.y.)
Sözleşme’nin bu maddesi çocukların oynama, eğlenme, kültürel ve sanatsal yaşama katılımını vurgularken, ilgili otoritenin yerel yönetimlerine ve kurumlarına atıfta bulunmaktadır. İlgili kurumlar, çocuklara yaşlarını göz önünde bulundurarak ilgili etkinlikler konusunda uygun ve eşit fırsatlar sağlamalıdır. Devletler ise, ilgili kurumları teşvik edici çalışmalar yapmalıdır.
Huizinga’ya göre (1995/2006), kültürün oluşumunda işlevsel bir görev üstlenen oyun, kültürden daha eskidir. “Nitekim kültür kavramını ne kadar daraltsak da, bu kavram her halükârda bir insan toplumunun varlığını gerektirir” (Huizinga, 1995/2006, s. 16). O halde oyun, kültürden eski ise, dilden de eski olma ihtimalini taşımaktadır. Dillerin ortaya çıkışından önce oyun olgusunun varlığı, bizi, “oyunun ortak bir dil” olma özelliğine götürmektedir. Konuşmayı bilmeyen çocukların oyun oynamaları, oyunun toplumsal bir niteliği olduğu ve ortak bir dil yarattığı sonucunu vermektedir.
Birçok farklı tanımı olan oyun, yazar (1995/2006) tarafından şöyle açıklanmaktadır:
Oyun, özgürce razı olunan, ama tamamen emredici kurallara uygun olarak belirli zaman ve mekân sınırları içinde gerçekleştirilen, bizatihi bir amaca sahip olan, bir gerilim ve sevinç duygusu ile alışılmış hayattan başka türlü olmak bilincinin eşlik ettiği, iradi bir eylem veya faaliyettir. Böylece tanımlanan kavram, hayvanlar, çocuklar ve yetişkin insanlara ilişkin olarak oyun adını verdiğimiz her şeyi kapsamaya yatkın hale gelmiştir: beceri, güç, zekâ ve şans gösterileridir (s. 50).
Oyunun bu tanımı, oyunun özellikleri hakkında bilgi vermektedir. Bahsedilen “emredici kurallar”, oyunun daha önceden belirlenmiş ve değiştirilemez kurallardan oluştuğunu göstermektedir. “İradi bir eylem” özelliği, oyunun isteğe bağlı olarak oynandığını açıklamaktadır. “Beceri, güç, zeka ve şans” özelliği ise, oyunları sınıflandırmakta ve motor kabiliyetine (beceri), kişisel gelişim evrelerine (güç), yaş sınırlılıklarına (zeka) ve tüm bu özelliklere ek olarak öngörülemeyen durumlara (şans) atıfta bulunmaktadır.
İnsan, kendini ve çevresini daha iyi ifade edebilmek ve iletişim kurabilmek için dili yaratmıştır. Huizinga’ya göre (1995/2006), dil, şu şekilde tanımlanmaktadır:
İnsan, dili sayesinde nesneleri ayırmakta, tanımlamakta, fark etmekte; tek kelimeyle onları adlandırmaktadır. Başka bir ifadeyle, şeyleri, zihin alanına kadar yükseltmektedir. Dilin yaratıcısı olan zihin, oyun oynayarak, maddeyle düşünülen şey arasında sürekli olarak gidip gelmektedir. Soyutun her ifadesinde bir simge vardır ve her simge de bir kelime oyunu içermektedir (s. 21).
Yazara göre (1995/2006), ilkel insan, mitlerin yardımıyla dünyevi olguları açıklamaya çalışmakta ve insani şeylerin temelini tanrısalda aramaktadır. “İlkel topluluk, kendine dünyanın esenliğini güvenceye alma olanağı sağlayan kutsal ayinlerini, adaklarını, bağışlarını ve törenlerini, kelimenin gerçek anlamıyla, basit oyunlar biçiminde gerçekleştirmektedir” (Huizinga, 1995/2006, s. 21). Basit oyunlar olarak karşımıza çıkan bu dini ritüeller, günümüzde değişikliğe uğrayarak halen varlığını devam ettirmektedir.
And’a göre (1974), oyun, genç yaratıkları (insan ya da hayvan), ileride yaşamın gerektirdiği ciddi iş ve uğraşlara hazırlamak ve yetiştirmek içindir (And, 1974/2016, s. 27). Yazara göre, bugün, Türkçe’de oyun kelimesi hem tiyatro, hem dans, hem baht oyunları, hem spor gösterileri ve oyalanmalar, hem de çocuk oyalanmaları için kullanılmaktadır (And, 1964, s. 10). Bu tanım, oyunların gün geçtikçe kurallı hale gelişini ve sonrasında yarışmalara dönüştüğüne de bir örnektir. Kısaca, oyun ve kurallı fiziksel aktiviteler, zaman içinde giderek spora dönüşmüştür ve yarışma haline gelmiştir. Örneğin, bireysel ya da toplu halde oynanan kürek çekme ya da koşu gibi oyunlar bir süre sonra güç denemesi ve yarışma olmuştur. Bunun sonucunda ise turnuvalar, olimpiyatlar ortaya çıkmıştır. Bu durum ise oyunun kurallı ve adil olma özelliğine vurgu yapmaktadır.
Freud oyunu, çocukların sosyal olgunluğa ulaşmalarında ve kendi öz benliklerini bulmalarında yardımcı olan bir etkinlik olarak tanımlamaktadır. Ona göre, oyun, çocuğun davranışının ve kişiliğinin bir aynasıdır (Freud’dan aktaran Yalçınkaya, 1992, s. 18).
Oyun, çocuklar için bir çeşit taklit ve deneyim kazanma işidir. Çocuk, etrafında gördüklerini önce oyun oynayarak deneyimler. Çocuklar kimi zaman anne babalığın, büyük kardeş olmanın, öğretmenlik ya da doktorluk gibi mesleklerin provasını, oyunla yapmaktadır. Gerçek hayatta etrafında gözlemlediklerini ve yaşadıklarını, oynadıkları oyunlara aktararak pekiştirmektedir Daha da açık bir ifadeyle, çocuklar doktorculuk oynamayı gittikleri kendi doktorlarından öğrenmektedir. Evcilik oyununda anne-baba rollerini kendi ebeveynlerinde öğrendikleri, gördükleri ve içselleştirdikleri şekilde aktarmaktadır. Bu aktarım yolu ise, bir çeşit taklittir.
Oyun, yalnızca insana özgü değildir, hayvanlar da özellikle çocukluk dönemlerinde tıpkı insanlar gibi oyun oynamaktadırlar. Fakat canlılar içerisinde çocukluk dönemi en uzun olan, insandır. Schaefer ve Drewes’e göre (1993/2013), çocukların 6 yaşına gelene kadar 15.000 saatten fazla oyun oynadığı tahmin edilmektedir (Schaefer& Drewes, 1993/2013).
Güvenç’e göre (1997), toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma, kazandırma, toplumun istediği insanı eğitip yaratma ve onu denetim altında tutarak, kültürel birlik ve beraberliği sağlama, bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama süreci olarak tanımlanan kültürleme3 (enculturated) kavramı, içinde oyunu da barındırmaktadır (Güvenç, 1997, s. 52). Dolayısıyla tekrarlanabilme özelliği olan oyun, kültürlemenin bir ürünüdür.*
Bu devamlılığın sağlanması için ise çocukların oyun oynamaya ihtiyacı vardır. Çocuklar, belirli bir yaşa kadar, neredeyse öğrenmenin gerçekleştiği her alanda oyuna ihtiyaç duymakta ve bu öğrenmeyi oyun yoluyla gerçekleştirmektedir. Toplumlara göre farklılık gösteren bu oyunlar, kimi eğitim sistemlerinin içinde yer almakta ve kalıcı öğrenmenin bir parçası olarak uygulanmaktadır.
Geleneksel oyunların en yararlı özelliği ise, çocukların gelişimine olumlu etkileridir. Örneğin, seksek oyunu, çocukların mesafe kavramlarını algılamaları ve el-göz koordinasyonlarının gelişimi için hem eğitici hem de eğlendirici bir özelliğe sahiptir.
* Kültürleme (enculturated): Kuralları bilinen bir oyun oynanabilir ancak. Bireyler de hayat oyununda oynayacakları oyunun kurallarını, rollerini öğrensinler ki oyun düzenli oynansın. Toplumbilimciler buna sosyalizasyon (toplumsallaştırma), eğitimciler ise, eğitim süreci diyorlar (Güvenç, 1997, s. 52).
(Orjinal aslından çeviri-İSTANBUL BİLGİ UNIVERSITY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES CULTURAL MANAGEMENT MASTER’S DEGREE PROGRAM|PLAY, TOY AND TOY MUSEUMS: THE CASE OF İSTANBUL TOY MUSEUM|ELİF NUR MANKIRCI)
Referanslar:
– İnal, K. (2005). Çocuksu Masumiyetten Plastik Paradoksa Oyuncağın Kısa Tarihi. Kebikeç Dergi, 19(10), 253-275.
– Convention on the Rights of the Child: First Part, Articles 31-41.(n.d.). Retrieved 8 January 2018 from https:// unicef.org/turkey/crc/cr23e.html#art31
– Huizinga, J. ( 1995/2006). Homo Ludens: Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir Deneme. İstanbul: Ayrıntı.
– And, M. (1974/2016). Oyun ve Bügü, Türk Kültüründe Oyun Kavramı. İstanbul: YKY.
– Yalçınkaya, T. (1992). Okul Öncesinde Tahta Oyuncaklar, M.Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi,4, 229-239.
– Schaefer, C. E., Drewes, A. (1993/2013). The Therapeutic Powers of Play. Wiley.
– Güvenç, B. (1997). Kültürün ABC’si. İstanbul: YKY.